Pages

Slider

17 Şubat 2016 Çarşamba

Erdal Beşikçioğlu ile Göz Göze Delirmek!

Geçen akşam 'Ölmeden Önce Yapılması Gerekenler' listemden bir maddeyi daha sildim. Yıllarca bilet bulamama öykülerini dinlediğim 'Bir Delinin Hatıra Defteri' oyununu Erdal Beşikçioğlu performansıyla izleyebilen şanslı fanilerden biriyim artık. Gereksiz ve abartı yorumdan kaçınmak amacıyla oyunun biraz ruhumda ve beynimde demlenmesine izin vermek istediğim için yorumumu izler izlemez yazmadım.



Tatbikat Sahnesi'nden kısaca bahsedecek olursam:







1940 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı'na bağlı olarak kurulan Tatbikat Sahnesi, 1949 yılında Devlet Tiyatroları'nın kurulmasıyla kapandı. Tiyatro, ilk çalışmalarını Carl Ebert ile yaptıktan sonra Muhsin Ertuğrul yönetiminde devam etti. 1 Mayıs 2014 yılında Erdal Beşikçioğlu tarafından yeniden diriltilen Tatbikat Sahnesi açılışını Erdal Beşikçioğlu yönetimindeki Sartre'ın 'Mezarsız Ölüler' adlı oyunu ile yaptı.

Kısa sürede muhteşem oyunlara ev sahipliği yapan, bana oyunlarını izlemek için İstanbul'dan kalkıp Ankara'ya gitmeyi düşünürken İstanbul'a da sahne açacaklarını öğrendiğimde sevinç çığlıkları attıran, çocuk gibi sevinmemi sağlayan Tatbikat sahnesi; alternatif, yaratıcı, çağdaş tiyatro açığını kapatacak tiyatrolardan. 23 Mart 2015'de 'Bir Delinin Hatıra Defteri' oyunu ile İstanbul sahnesinin de açılışı yapıldı.

Tatbikat Sahnesi, benim en sevdiğim ve sürekli takip ettiğim iki sahneden biridir. Bütün oyunlarını izlemiş biri olarak; yaptıkları her iş beni hem heyecanlandırır hem umutlandırır. Nitelikli sanat beğenisini geliştirmek, toplumumuzun sanat yaşamına ve dünya sanat ortamına aktif bir biçimde katılmak, katkıda bulmak amacından yola çıkarak kurulan Tatbikat Sahnesi, umarım sadece oyun sergilemekle kalmaz; atölye çalışmaları, workshop, oyun okumaları da eklenir.

İstanbul'daki sahnesi Etiler'deki Melodi Pasajı'nın içinde modern bir tiyatro salonuyla karşılıyor sizi. Fuaye alanında oyunların ihtişamlı fotoğrafları bir de fotoğraf sergisine gitmişsiniz gibi ruhunuzu doyuruyor. Şık bir fuaye alanına sahip. Sahnesi de bunu destekleyecek şekilde ferah ve kullanışlı. Döner koltuklarda saatlerce otursanız da rahatsız olmadan, oyundan kopmadan izliyorsunuz oyununuzu.



Klasik bir oyun, usta bir oyuncu, sıradışı bir dekor...



Rus Tiyatro ve oyun yazarı Nikolay Vasiliyevic Gogol'un yazdığı, Sylvie Luneam ve Roger Coggio'nun oyunlaştırdığı 'Bir Delinin Hatıra Defteri', prömiyerinin yapıldığı 4 Ocak 2008'den beri kapalı gişe oynayan birçok ödülü alan hatta daha da fazlasını hak eden oyun, Gogol'un sahneye uyarlanmış en klasik öykülerinden.

Türkiye'de şu an bu oyunu iki usta oyuncu oynuyor: Erdal Beşikçioğlu ve Genco Erkal. (Genco Erkal performansıyla da en kısa zamanda izleyeceğim.)

Salona girdiğinizde, alışılmışın dışında bir sahne düzeni ve bir vinç karşılıyor sizi. Vincin üzerindeki adam birazdan karşınızda yaşamın acımasızlığı ile baş edemeyecek ve adım adım deliliğe itilecek. Ve siz her adımında biraz daha etkilenerek bu adamın hikayesi içinde bulacaksınız kendinizi.

Oyunu daha önce okuduğumdan ve olayları/konusunu bildiğimden tamamen Erdal Beşikçioğlu performansına odaklandım. Özellikle bazı sahnelerde, 'iyi ki oyunu okumuşum' dedim kendi kendime. Çünkü; olaylardan kopmamak adına performansı kaçırabilirdim. İzlemeden önce siz de oyunu okuyup giderseniz avantajını göreceksiniz.

Gogol, sistemin çarpıklıklarını Popriçin karakteri üzerinden anlatıyor...


Çarlık Rusya'sının hantal bürokrasisi içinde, yedinci dereceden ufak bir memur olan Aksenti İvanoviç Popriçin'in yaşadığı sıkıcı ve tekdüze hayatına bir de müdürünün kızına duyduğu platonik aşk eklenince içinde bulunduğu girdap iyice büyür. Popriçin'in baskıcı sisteme boyun eğmeme çabaları ve yaşadığı psikolojik gel-gitler ve kendisini İspanya Kralı sanmasına kadar giden süreci konu alan oyunu uyarlayan ve yöneten Cem Emüler. Dekor ve kostüm tasarımı Sertel Çetiner'e, müzikler Tayfun Gültutan'a ve ışık tasarımı Mustafa Bal'a ait.



Cem Emüler, bu oyunu vincin üzerinde yorumlayarak rejisiyle fark yaratan, tiyatro adına beni umutlandıran bir isim. Metne oldukça sadık kalmış. Ben, başarının artık devasa bir mekanizmanın çarkları arasında ezilmeden hayatta kalabilmeyi ve Popriçin gibilerin sınıfları kesin çizgilerle ve kalın duvarlarla birbirinden ayrılmış toplumda küçücük bir yer; ezilip büzülüp sığınabileceği kadar bile bir yer olmadığını anlatmak için vinç üzerinde yorumlamayı seçtiğini düşünüyorum.
Emüler, neden vinç kullandığını da şu şekilde açıklıyor:

"Peki bugün, bu öyküyü sahneye koyarken ne eklemek gerekirdi üstüne? Bir makine! Yüz altmış altı yıl önce kurşun kalemle yaptığımız işleri artık makinelerle yapıyoruz. Çok ilerledik! Artık o karanlık günler geride kaldı."

Oyunun tamamı sahnedeki vinç üzerinde geçiyor. Vincin sepeti Popriçin'in yaşam alanı. 1 metrekareden bile küçük olan o sepet içinde Erdal Beşikçioğlu bizleri binlerce sahneye, ana, anıya sürüklüyor. Şube müdürünün kalemlerini de orada yontuyor, tuvalet ihtiyacını da orada karşılıyor, İspanya Kralı olarak tahta da orada çıkıyor.


Söylemeden geçemeyeceğim; oyunda benim görsel anlamda dikkatimi çeken şeylerden biri de Mustafa Bal'a ait olan ışık tasarımı oldu. Karakterin yalnızlığını, iç dünyasını, delirirken belirmesini çok güzel yansıttığını düşünüyorum.


"Herkes insan beyninin, kafatasının içinde olduğunu sanıyor! İşin aslı bambaşka! Beyin bir rüzgar tarafından getiriliyor... Hazar Denizi'nden esen bir rüzgar..."


Hepimiz aynıyız aslında, sadece toplum bizi bir gruba sokar ve ona göre çalıştırır ve ne kadar çabalarsanız da bir sınıf öteye geçemezsiniz. Kahramanımız Popriçin, bu durumu kabullenmeye çalışmak ve yaşamaya devam etmek yerine durumu değiştirmeye çalışınca delirerek yok oluyor. Oyunun temelleri bunun üzerine kurulur ve içindeki platonik aşk da bunu destekler. Ofiste onun için kalem yontacak kadar aşıktır Popriçin.
Boşuna dememiş bir yazar:  "Aşk, ikinci bir yaşamdır." diye...

"Sevgilimden uzak geçen bir saat
Bana bin yıl kadar uzun görünür
Çekilmez bir hale gelirse yaşam
Ölmek en iyisi.
Bunu mutlaka Puşkin yazmıştır."


"Bana öyle geliyor ki, düşünceleri, duyguları ve izlenimleri bir başkasıyla paylaşabilmek, dünyadaki en büyük mutluluklardan biridir."



Tüm bunlar yaşanırken, hem her an derin bir sistem eleştirisi görüyoruz, hem de insanı delirtenin bu düzenin ta kendisi olacağını farkediyoruz.

"Kurnazlara karşı en iyi silah: kurnazlık!"


"Herkes bilir ki ay Hamburg'da yapılı, üstelik çok da kötü yapılır. İngiltere'nin buna göz yummasına şaşıyorum. Ayı yapan, topal bir fıçıcı ve tabii bir salak; ayın ne olduğunu bilmiyor bile. Beceremiyor... Katranlanmış bir halat koyuyor, beş kaşık odun yağı ekliyor. O zaman dünyaya öyle pis bir koku yayılıyor ki, insan burnunu tıksmak zorunda kalıyor. Zaten bu yüzden ayın yüzeyi bu denli ince ve yine bu yüzden insanlar orada yaşayamıyorlar. Şimdilik ayda yalnızca burunlar yaşıyor. İşte bu yüzden burnumuzun ucunu bile göremiyoruz. Ayda olduğu için."
"Herkes bilir ki, İngiltere burnuna enfiye çekince, Fransa aksırır!"


Erdal Beşikçioğlu ile sahnede göz göze delirdik...


Erdal Beşikçioğlu'nu daha önce sahnede ve televizyonda izlemiş biri olarak söyleyebilirim ki; sahnedeki oyunculuğu televizyondakinden çok daha kaliteli ve lezzetli. Popriçin'in ruhsal değişimini, iç yaşantısını bizlere aktarırken vincin kontrolünü de oyun boyunca tamamen kendisi yapıyor. Vincin her noktasını kullanarak, bazen tepesinde asılarak, bazen ters dönerek bedenini hiç zorlamadan seyircinin yüreğini ağzına getiren dengeler kuruyor. Oyunculuğun sadece sahneye çıkıp laflarını söylemek değil; fiziksel beceri, esneklik, denge kontrolü ve kondisyon da gerektirdiğinin çok güzel örneğidir. Ve o yerinde vurgulu sesi ve tonlamalarıyla her an başka bir hale dönüşüyor. Performansı boyunca sarf ettiği eforun kanıtı, saçının her bir telinden damlayan ter değil kaliteydi. Tepeden tırnağa kaliteli bir oyun/oyunculuk izledim. Erdal Beşikçioğlu sahnede delirdikçe devleşti, benim kendisine hayranlığım ileriki boyutlara geçti.

Sahnedeki adam oyunculuğuyla beni deli eden bir deli oldu.


Sahnede adım adım delirmeye giden adamın dengesiz anlarını Erdal Beşikçioğlu yorumuyla öyle güzel dengeledi ki, deliyle deli oldum. Ya da deliye deli oldum da diyebilirim. 90 dakika boyunca büyük bir iştahla, tüylerim diken diken, içim ürpererek izledim. Muhteşem, harika gibi bayağı sıfatlarla tanımlamak hem yersiz hem yetersiz olacak. Bu performansı tanımlamaya sanırım benim kelime dağarcığım yetemiyor.

Anne! diye haykırırken içinizden bir şeyler kopuyor. Onu bir anne sıcaklığıyla sarıp sarmalayıp, bu çirkin dünyadan kurtarmak istedim. Çaresizliği içime, iliğime işledi...

Şu yazıyı yazarken hâlâ kulaklarımda Erdal Beşikçioğlu'nun sesi yankılanıyor. Bu etki hiç bitmesin istiyorum.




Oyun sonrası tüm salon ayakla alkışlarken, onun gözleri dolu dolu geldi. Yaşla değil, minnetle ve ışıltıyla doluydu. Oyundan sonra fuayede sohbet edip, nazik davranışları ve samimiyetiyle bir kez daha hayran bıraktı beni kendisine.



Oyuna çok yüksek bir beklentiyle gitmiştim, çıktığımda resmen büyülenmiştim! Oyun çıtamı arşa yükseltti. Sanırım artık izlediğim oyunları çok zor beğeneceğim.

Oyundan sonra 'iyi ki!' dedim,
'İyi ki bu adamla aynı çağda yaşıyorum...'
Dilerim bir gün. En kısa zamanda kendisiyle çalışma şansım olur.

Şimdi siz de 'Ölmeden önce yapılacaklar' listenize en az bir (1) defa Erdal Beşikçioğlu performansıyla 'Bir Delinin Hatıra Defteri'ni izlemeyi ekleyin. Zira ben bununla yetinemeyip 3-5 defa daha izleyeceğim...

Oyun tarihleri ve biletler için:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder