Pages

Slider

10 Ekim 2016 Pazartesi

Hatırlamak Değil Lanetimiz, Unutamamak! Kadınlar, Filler ve Saireler...


Hatırlamak Değil Lanetimiz, Unutamamak! Kadınlar, Filler ve Saireler...



Ekim ayının gelmesiyle beraber nihayet tiyatro sezonu açıldı. Ülke ve dünya olarak çok zor bir süreçten geçtiğimiz bu günlerde gündelik hayatın koşuşturmasından ve sıkıcılığından bir nebze olsun uzaklaşmak için güzel bir alan sunuyor tiyatro bize. Bu yüzden hepimizin her zamankinden çok daha ihtiyacı var bu sezon tiyatroya. Çünkü "tiyatro iyidir, iyileştirir." Ben de bu sezon beni en çok heyecanlandıran, prova sürecinden beri takip ettiğim, çok sevdiğim ve örnek aldığım hocamın (Vahide Perçin) oynadığı 6 Ekim akşamı BKM (Beşiktaş Kültür Merkezi)'de prömiyer yapan 'Kadınlar, Filler ve Saireler' oyunuyla sezonu açtım.  







Komşu oldukları halde birbirlerine yabancı üç kadının komik ve trajik varoluş mücadelesinin ele alındığı, kadınların erkeklerle ve yaşamla mücadele etme yöntemlerini anlatan, Yunus Emre Gümüş'ün yazdığı, Özen Yula'nın yönettiği 'Kadınlar, Filler ve Saireler' oyunu Vahide Perçin, Yasemin Çonka ve Açelya Topaloğlu performanslarıyla sahneleniyor. Oyunun yapımcılığını ise Can Kahraman üstleniyor.


Oyun daha önce 2013 yılında Tiyatro 3 tarafından sahnelendi ve oyunun yazarı Yunus Emre Gümüş oyunun yazılmasında onların da büyük emekleri olduğundan bahsetti. Bu yüzden böyle bir oyunun yazılmasına vesile olan bu üç oyuncuyu (Melisa İclal Gürmen, Zeynep Sevi Yılmaz ve Selin Türkmen) da kutlarım. 

Oyunun yazarı Yunus Emre Gümüş, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu ve bence modern yazarların en umut vericisi. Metin, üç lezzetli ve derin kadın karakterinin yanı sıra içinde taşıdığı ince mesajları ve hassasiyeti çok iyi ortaya koymuş. Zekice yapılan espriler, müthiş saptamalar ve metaforlarla derinliği arttırılmış. Yunus Emre Gümüş, bir erkek olarak kadın psikolojisini ve hayatını çok iyi anlayıp, çözümlemiş ve seyirciye sunmuş. Ortaya da kadın ilişkilerini iğneleyici bir dille konu edinen keyifli bir metin çıkmış. Rejisi kadar etkileyici metniyle de uzun zamandır izlediğim en iyi komedi ve bu sezonun en iyi oyunu oldu bile benim için. 

Yönetmen Özen Yula; yalın, incelikli ve sağlam rejisiyle kadın hallerini komik olma amacı gütmeden, doğallığıyla ortaya koymuş, estetik ve anlaşılır bir sahne dili yaratmış. Kara komedi türündeki oyunun her detayını ince ince hesaplayan Yula, oyun içine yedirilmiş özellikle bazı sahnelerde kurgudaki zekasına hayran bıraktırıyor. Özen Yula; Vahide Perçin, Yasemin Çonka ve Açelya Topaloğlu için "bir yönetmenin rüya takımı gibiler" diyerek övgüyle bahsediyor röportajında ve oyun için de şunları ekliyor: "kadınların gözünden ilişkilerin sorgulandığı, herkesin kendisinden bir şey bulacağı bir oyun. Bu üç kadın, kadın-erkek ilişkileri ve kadın olmanın zorluğuna dair önemli sözler söylüyorlar. Bunu da mizahi bir dille yapıyorlar."




Oyun bir apartman katının farklı dairelerinde geçiyor. Siz bu birbirine komşu olan üç kadının evine sırayla misafir oluyorsunuz. Barış Dinçel'e ait dekor tasarımı her ayrıntısı ile oyunu destekleyen bir unsur oluşturuyor. Üç farklı kadın, her kadının ayrı hayatı ve ayrı bir rengi var. Barış Dinçel bu kadınların karakterlerini ön plana çıkarmak için renklerin diline ve psikolojik etkilerine de değinmiş. Öyle ki; dekorda her karakter için onların duygu, düşünce ve psikolojik durumlarını yansıtan ana bir renk kullanılmış ve objelerle desteklenmiş. Örneğin Açelya Topaloğlu'nun yalnız, hoşgörülü, huzuru arayan bir insan olduğunu maviyle; Vahide Perçin'in yaşamı ve canlılığı seven, sakinleştirici özelliklerini ve hatta bazı kültürlerde doğurganlığı simgeleyen yeşille; Yasemin Çonka'nın romantik, neşeli ama duygusal karakterini pembeyle ortaya çıkarmış. Dekor hepsi için ayrı gibi gözükse de büyük parçaya baktığınızda bir bütünlük içinde. Barış Dinçel şahane tasarımı ile beni yine şaşırtmadı.



Nalan Alaylı'ya ait olan kostüm tasarımı, renkleri ve modelleri ile karakterleri çok iyi yansıtmış. 


Murat Demir'e ait olan ışık tasarımı, çok iyi kullanılmış ve yaratılan mizansenleri destekleyerek estetik ve anlaşılır bir sahne yaratılmasına yardımcı olmuş. 


Müzikler, karakterlerle uyum ve bütünlük içinde. Karakterlerin iç seslerini ortaya koyuyor. Yasemin Çonka'nın kadınının arabesk yanını, Açelya Topaloğlu'nun kadınının kıpır kıpır hallerini, Vahide Perçin'in kadınının entellektüel havasını çıkarmaya yardımcı oluyor. 



Peki neden kadınlar ve filler? 


Oyunu izlediğinizde bu sorunun cevabı otomatik olarak çözülecek ama oyunun sürprizini bozmadan, kısaca şöyle açıklayayım:

Filler, dünyanın en duygusal hayvanları. Yaşadıkları hiçbir şeyi, onlara yapılan iyiliği de kötülüğü de asla unutmazlar. Ayrıca çok da vefalılar. 
Tam da kadınlara ait özellikleri taşıyorlar değil mi?


"Hatırlamak değil lanetimiz, unutamamak!"



Öncelikle şunu söylemeliyim ki; klozetin kapağını açık bırakanlara kızanlar kadar, klozetin kapağını açık bırakanların, ayrılık acısını atlatamayanlar kadar, 'sen daha iyilerine layıksın' diyerek çekip gidenlerin, medeniyeti kuranlar kadar, ortaçağa özlem duyanların da mutlaka görmesi gereken bir oyun. 


Üç kadın, üç farklı hayat ve bütünde birleştikleri ortak bir hikaye. Karakterlerin isimleri yok. Üç kadının da hayatımızda örneği mutlaka var. Her bir karakter otobüste, sokakta, oturduğumuz apartmanda, arkadaş gruplarında ve hatta bazen aynada karşılaştığımız kadınları temsil ediyor. Kadın olmayı mercek altına alan oyun, üç farklı kadının monologlarıyla bir süre sonra diyaloglara dönüşüyor. Fakat bu dönüşüm öyle kolay olmuyor. Siz onların mücadelesini izlerken hem çok eğleniyor hem de yaralarına şahit oluyorsunuz. Hatta ne kadar ortak dertlere sahip olduğumuzu anlıyorsunuz. Yan yana dairelerde birbirlerine dokunmadan yaşayan, yalnızlıklarıyla konuşan, acıları ortak bu üç kadın; aynı gün içinde hayallerini, masallarını ve dünyalarını yakmak zorundalar. Daha iyisini hep beraber yaratmak için. İzlediğiniz her kadının, neşeli tavırlarının altında bir dramatik yanı var aslında. Bu kadınların kendi sahnelerinde seyirciye seslendikleri konuşmalar tüm o kahkahaları derin bir sessizlikle sorgulatıp, yüzleşmemiz gereken hayatımıza ayna tutuyor. Tabii oyun türü 'komedi' yazıyor diye her cümleye gülen, sorgulama yeteneğini kaybetmiş biri değilseniz.




Üç kadın oyuncuyu da sahnede ilk kez izledim. Oluşturdukları her üç kadının yorumunu da çok sevdim. Susuşları, duruşları, hareketleri incelikle düşünülmüş ve kullanılmış.Hem acıklı, hem gülünç kadınlık hallerini bitip tükenmeyen enerjileri ve samimiyetleriyle ortaya koyan bu üç dertli kadına gülmeye doyamayacaksınız, ama dertleriyle de hüzünleneceksiniz. İki saat boyunca izlediğiniz her sahnenin, tanık olduğunuz her anın hakkını veren performanslar görüyorsunuz. Oyun monologlar şeklinde ilerlese de hepsinin sahnesi devam ediyor sürekli. Doğallık içinde akan oyunculuklarla birbirlerinin sahnelerini çok başarılı bir şekilde tamamlıyorlar. Hem bireysel, hem de bütünde çok başarılı oyunculuklar var ortada. Bu kadınların samimiyetleri de, naiflikleri de, dertleri de gözlerinden anlaşılıyor. Dertleri hem ayrı hem ortak üç enerji dolu kadın gördüm sahnede. Oyun ilerledikçe kendini usta oyunculuklarla keyfe bırakıyor, enerji her sahnede daha da yükseliyor. Oynarken kendileri de çok eğleniyorlar, bu durum seyirciye de çok güzel yansıyor. 


Vahide Perçin, en son yedi yıl önce Oyun Atölyesi'nde Haluk Bilginer ile beraber 'Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler' oyununda rol almıştı. Bu oyunda hiç evlenmemiş, dayak yemiş, zorbalık görmüş ve bunun sonucunda aktivist olmuş, toplum içinde var olmaya çalıştığı kadar kendini erkeklere kapatmış ve kadınlığını kaybetmiş, bilgili bir kadını canlandırıyor. Kabuslarının konusu bile ilgisizlik. Hani ölse otopsi sonucunda bir omuz izine bile rastlanmayacak kadar yalnız. Bu yalnızlığını da evindeki çiçeklerle iletişim kurarak, onlarla konuşarak bir nebze de olsa gidermeye çalışıyor. Bu süreçte de acilen çocuk doğurup doğurmamasına karar vermesi gerekiyor ve oyun süresince eski sevgililerini arayarak şansını deniyor. Aslında şu hayatta istekleri; endüstriyel devrim, sürdürülebilir yaşam, dünya barışı ve çocuk. Böyle de masum ve iyi niyetli bir kadın. Ama yine de her dört saatte bir tecavüz ya da tecavüz girişimi suçu işlenen bir ülkeye çocuk getirip getirmemekte pek emin olamıyor. "Aslında tam da böyle bir dünyaya umut olacak, savaş karşıtı yeniden bir dünya yaratacak çocuklar getirmeliyiz..." diyerek bu konuya son noktayı koyuyor.




Çünkü bütün bu istatistikleri yaratan adamlar ya da onlara göz yuman adamlar bir zamanlar çocuktu ve bu çocuklar bir zamanlar masumdu. Yani birileri çıkıp da bunlara deseydi ki; "Evladım kadınlar öyle kıçından işeyen, alışveriş budalası, nevrotik fahişeler değildir. "Ya da "Flört günah değildir." Ya da "Cüsse olarak ondan daha iri olman onun canını acıtma hakkını sana vermez" deseydi. "Bir düşün" deseydi, "sen ne kadınlardan, ne doğadan, ne hayvanlardan daha üstün değilsin. Yani o önündeki küçücük çıkıntı bu kozmozun merkezi değil. Bir düşün yahu bir düşün!" deseydi, düşünür müydü? Düşünseydi kadının canını yakar mıydı?




Vahide Perçin, hem örnek aldığım bir insan hem de hocam. Oyunculuğu benim için tam bir ders niteliğindeydi. Anlık duygu geçişleri, yerinde vurgulu sesi ve tonlamalarıyla oyuna olması gereken rengi katıyor. İçinde var olan kadınları matruşka gibi tek tek ortaya koyuyor. Ustaca yorumu komedinin doğuşundaki büyük etken. Karakteri komediyle bütünleştirirken seyirciyi derinden etkilemeyi başarıyor. Metnin hakkını her kelimesine kadar veren bir oyunculuk örneği sergiliyor. Oyunculuğunun içinde duygu renklerinin her tonu var. On yaşında, bir yıl sonu gösterisinde bir anda büyüdüğü o günü anlatırken yüreğiniz sıkışıyor ve boğazınız düğüm düğüm oluyor. Hayal ve gerçek arasındaki duygu bütünlükleri, ayrıntılı ve başarılı oyunculuğuyla dikkat çekiyor ve oyun boyunca hep bir adım önde kalmayı başarıyor.


"Ne geldiyse bu dünyanın başına hep bu erkekler yüzünden geldi. Biz kadınlar medeniyeti kurduk, bunlarda ortaçağa bir özlem. Biz kadınlar 'barış' dedik, bu adamlar savaşa çanak tuttu.Biz kadınlar dünyayı güzelleştirdik, bu herifler 'enkaz devraldık' dedi. Biz kadınlar çocuklarımızı insan kıldık, bu adamlar bizim çocuklarımızı ölüme gönderdi. Ama bu devran böyle sürmez, değişir elbet!"



Açelya Topaloğlu'nun kadını; bütün hayatı sosyal medya olmuş, erken yaşta anne ve babasını kaybetmiş, bu yüzden hem çalışıp hem okumak zorunda kalmış. Sıcak bir aile ortamına hasret ve bu ortamı kendisi kurmayı deniyor. Oyun boyunca beyaz atlı prensini bulma peşinde. Daha fiziksel olarak birbirlerini görmeden her megabyteta birbirlerinden daha da uzaklaşan, yaşadığı tek gecelik yalan ve samimiyetsizlik üzerine kurulan ilişkilerde mutluluğu arayan, saf ve naif bir kadın. Annesi hayatta olmadığı için diğer kadınlardan biraz daha dezavantajlı bu konuda. Çünkü ona destek olacak, kıyafetlerinin ve saçlarının nasıl olduğunu sorabileceği bir akıl hocası yok yanında. Bu da onun kırılgan taraflarından biri. İtiraf etmeliyim ki; Açelya Topaloğlu'nun ismini bu oyunda gördüğümde biraz ön yargılı yaklaşmıştım. Ama oyun boyunca bu ön yargım yavaş yavaş törpülendi. Oyunculuğunu bu kadar doğal beklemiyordum. Beden dili ve tonlamalarıyla, mimik ve jestlerine yansıttığı iyi oyuncu işi ayrıntıları çok beğendim. Doğru adamı bulma peşinde durmaksızın hata yapan, kıpır kıpır, çocuksu ve enerjik kadını samimiyetle yansıttı izleyenlere. 



Yasemin Çonka, on iki yılını verdiği, beşikten alıp nikah masasına kadar büyüttüğü adam tarafından tam da evlilik hazırlıkları yaparken 'onun daha iyilerine layık olduğu'nu söyleyerek terk edilmiş bir kadına hayat veriyor. Domestik bir hayalci. Karamsar ruh haline bürünmüş, intihara meyilli karakteri bir yandan da arabesk yanını gösteriyor. Deneyimli oyuncu Yasemin Çonka, komedinin dozunu çok iyi ayarlıyor. Karakterinin trajikomik hallerini ortaya koyduğu anlar sahnede devleştiği ve komedinin zirve yaptığı bölümlere dönüşüyor. 


"Ben sevmeyi de bisiklete binmeyi de babamdan öğrendim. Bu yüzden bisiklete biner gibi seviyorum sevdiğimi; bir kez sevince hep seviyorum."



Hayatın akışında savrulan, yine de hayata eğlenceli ve renkli tarafından bakan bu üç kadının, kendi dertlerine kadınca çözüm arayışlarını sahneye taşıyan 'Kadınlar, Filler ve Saireler' birbirimize kenetlenmezsek olayların içinden çıkışımızın zor olduğunu anlatıyor. Üç yalnız kadının dertlerini anlatan, dermanı da el ele vermekte bulan, acısı dozunda bir komedi sunarken bizlere aynı zamanda her ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım hayata yeniden başlayabilmeyi öğrenmek gerektiğinin de altını çiziyor.

"İnsan, insanın acısını alıyor."



Kendi çukurumuzdan kafamızı çıkardığımızda başkalarını fark edebildiğimizi, böylelikle daha da güçlendiğimizi, oyun sonunda birinci tekil şahıstan, birinci çoğul şahısa geçen kadınlar yüzümüze vuruyor. Onlar artık üç kişiler, çünkü üç birden daha güçlü! 





Üç kadının trajikomik varoluş mücadelesini anlatan iki perdelik bu oyun, izlediğim en kaliteli yapımlardan biri ve bence yeni sezonun en iddialı oyunu. Oyuncusundan, teknik ekibine kadar herkesin çok fazla emeği olduğu ortada. Bu muhteşem ekibe özellikle bu günlerde ülke adına yapılan sanat için umut verici ve böyle kaliteli bir iş ortaya çıkardıkları için hem teşekkür hem tebrik ederim. Bu sezon mutlaka yeniden izleyeceğim. Üç kadının kolajının seyrine doyum olmayacak belli ki. Alkışı bol, seyircisi çok ve uzun ömürlü bir oyun olmasını diliyorum.




Funorg Organizasyonu ile BKM'de oynanan oyunun yakın tarihteki gösterimleri ve biletleri Biletix ve BKM gişesinden temin edilebilir. 

13 Ekim 2016 İstanbul-BKM (Beşiktaş Kültür Merkezi)
20 Ekim 2016 İstanbul-BKM (Beşiktaş Kültür Merkezi)
26 Kasım 2016 İzmir-AKM Yunus Emre Salonu
27 Kasım 2016 İzmir-Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder