Pages

Slider

6 Şubat 2015 Cuma

Nehrin Sularında Varyasyonsuz Bir Aşk

Oyun Atölyesi: Nehir


27 Aralık Cumartesi günü, aylardır bilet bulmaya çalıştığım, izleyen herkesi kıskandığım ve bu sezon da izleyemezsem kendime en büyük haksızlığı yapacağımı düşündüğüm Nehir oyununu izlemek için Oyun Atölyesi'ndeydim. Oyundan önce; çok sevdiğim ve ilerde meslek olarak yapmak istediğim oyunculuk alanında kendime idol olarak gördüğüm, karakterini, oyunculuğunu çok beğendiğim ve birazdan izleyeceğim oyunda kendisine bir kez daha hayran kalacağım sevgili Canan Ergüder'le buluşup sohbet ettim. Canan Ergüder, bana gideceğim yolda güzel güzel tavsiyeler verirken birazdan izleyeceğim oyunda oynayacak olan Ayça Bingöl geldi. Onunla da tanıştım ve kısa bir sohbetimiz oldu. Biz sohbetimize devam ederken, çocukluğumda kahkahalarla izlediğim 'Tatlı Hayat' dizisiyle gönlümü fethetmeyi başaran, oyunculuğuyla benim için adeta bir belgesel olan Haluk Bilginer cafeye geldi ve bizim oturduğumuz masaya doğru gelip selam verdi. Canan Ergüder bizi tanıştırdığında elini uzatıp, o muhteşem tonlamalı ve yerinde vurgulu sesiyle bana "Merhaba, hoşgeldiniz" demesiyle bile ne kadar alçakgönüllü ve kibar biri olduğuna bir kez daha şahit oldum. Böylece birazdan izleyeceğim oyunun bütün oyuncularıyla tanışmış oldum. Buraya bir parantez açmak istiyorum: Oyun Atölyesi gerçekten çok kaliteli oyunlara ev sahipliği yapıyor. Benim en keyif aldığım salondur. Her gittiğimde yüreğim ferahlıyor ve huzur depolayıp öyle ayrıldığımı hissediyorum. Aile ortamı gibi, sıcacık ve samimi. Oyuncu-Seyirci ilişkisinde kırmızı net çizgiler yok ve bu bizim ihtiyacımız olan en önemli olgulardan biri. Ayrıca Haluk Bilginer ve ekibine sadece üstün yetenekleri için değil, kararlı ve kuvvetli tiyatro idealistleri oldukları için de hayranlık duyuyorum. Şimdi konumuza dönebiliriz. Oyunun oynanacağı salona doğru geçtim ve bence 210 kişilik salonun en güzel koltuğunu kapmıştım! :) Salonun küçük olması, sahneyi her açıdan rahatlıkla görebileceğiniz ve samimi bir ortam yaratıyor. Ve oyun başlıyor..


Genç kuşak İngiliz oyun yazarı Jez Butterworth’un 20 Ekim 2012’de The Royal Court Theatre’da prömiyer yapmış olan The River/Nehir  oyunu genç ve başarılı yönetmen Hira Tekindor’un çevirisi ile Türkiye'de ilk defa, Haluk Bilginer'in sanat yönetmenliğini yaptığı Oyun Atölyesi'nde sahnelenmeye başladı.  Jez Butterworth Türkiye’de seyircinin bildiği bir yazar değil. Oyunları 1995 yılından beri İngiltere, Amerika ve Avrupa’nın önemli tiyatrolarında yoğun ilgi ile izlenen yazar bu dalda bir çok ödülün de sahibi. Nehir, Jez’in 1992 yılından bu yana sahnelenen 8’inci oyunu. Yazarın ayrıca 2 TV oyununda, 5 film senaryosunda da imzası var. İki de film yönetmiş. Oyunun hem yönetmenliğini yapan hem de farklı kadınlarla aynı aşkı yaşayan adamı oynayan Haluk Bilginer, eseri şaşırtıcı detaylarla ortaya koymuş. Yüksel Aymaz'ın ışık tasarımı ve Tolga Çebi'nin  müziği derinliği o kadar iyi veriyor ki, daha perde açılmadan sizi oyunun içine alıyor ve nehrin sularına kapılıp gidiyorsunuz..

Nehir, bizi aşkı herkes ve her şey için varyasyonsuz ve farksızca tanımlamaya çalışan bir adamın sularına bırakıyor..



Oyun, ahşap bir göl evinin Amerikan mutfaklı salonunda geçiyor. Bir göl evi hayal etsek galiba Gamze Kuş'un Nehir oyunu için hazırladığı dekor tasarımı kadar gerçekçi olabilirdi. İnsanın o eve sahip olası geliyor. Her ayrıntısı ile çok başarılı.

Oyun, İngiltere'de 21 Ağustos'u 22 Ağustos'a bağlayan gece ile başlıyor. Yani o gece ay yok ve deniz alaları yılda sadece bir kere geliyor ve o da o gece. Yani aysız gece, yılda sadece bir kere..
Hep aynı olaylar üzerine kurulmuş ilişkiyi bir milim öteye götürmek için, birlikte gün batımını izlemek isteyen kadına, gün batımının daha önce de böyle olduğu, hepsinin aynı olduğu konusunda diretiyor hayatı gibi gün batımını da ezbere yaşayan balıkçı. Halbuki farklı..

"Aynı olur mu, güneş hep aynı batar mı?"

Çocukluğundan beri balık tutarak yaşayan adam, kadınlarla ilişkisine onlara balık tutmayı öğreterek başlar. Sonrasında farklı kadınlarla farklı, belki de aynı zamanlarda yaşanan ilişkilerin farksızlığı hatta aynılığı üzerine rutine dönen, sıradanlaşan halleriyle oyun devam eder. Aslında o kadar bizden bir hikaye ki oyuna hemen adapte oluyorsunuz. Oyunun günümüzdeki kadın-erkek ilişkileri üzerinde gerçekçi bir yaklaşımı da var. Hayatımızdaki o kısır aşk döngüsü oldukça iyi kurgulanmış. Bu yüzden oyunun konusundan ziyade kurgusunun çok daha başarılı olduğunu düşünüyorum.

Haluk Bilginer'in yönetmen kimliği yazarı çok iyi anlamış ve metni ekiple bütünleştirip, oyuncuların gizemini derinleştirmiş. Yüksek tempoda ve güzel geçişlerle sahneye koyulmuş. Böylece, Haluk Bilginer izleyenleri teatral zekasına bir kez daha hayran bırakıyor..

Yaşantısını nehrin üzerine kuran, kadınlar tarafından sürekli terk edilen, aşkı ezbere yaşadığı için karşısındaki kadının kim olduğunu bile önemsemeyen, çocukluğunda ilk tuttuğunu sandığı balık gibi hayatına giren kadınların da bir bir elinden kayıp gittiği, kadınlar değişirken onun değişir gibi yapıp aslında hiç değişmediği, aynı söylemlerle kadınları hayatının 'ilk ve tek kadınları' olduklarına inandıran bir balıkçı; hayatına çeşitli zamanlarda giren farklı kadınların hepsiyle aynı başlangıç ve aynı sonu yaşamaya mahkumdur. Çünkü ona göre, bir kadın küçük farklarla da olsa birbirlerinin aynısıdır ve belki de aynası..


Adamın ilgisini çekmek için önce ayağına lastik çizmeler giymesi gereken kadınlar, ne kadar aşık olsalar da adamın hayatındaki tek kadın olmadıklarını anladıkları anda vurup kapıyı çıkıyorlar. Ve tüm bu kadınlardan önce nehirde adamı terk eden başka bir kadın vark.

"Acaba gerçekten hiç var oldu mu o kadın?"

Oyun boyunca birbirlerinin sahnelerini tamamlayan kadınlar için değişmeyen tek durum, aynı zaman dilimi içinde berabermiş gibi hayatlarını yaşarken aslında her ikisi de birbirleriyle aldatılmıştır. Adam bedenen başka kadınların yanında olsa da ruhu bir yerlerde hâlâ o kadını aramaktadır.

"Bir gün bir yerde karşılaşırsak ve yanımda başka bir kadın varsa, bil ki o kadının yanımda olmasının tek sebebi senin yanımda olmamandır.."

Canan Ergüder'in oynadığı kadının kıpır kıpır, bir ilişki için kendini fazla yıpratmayacak halleri ile, Ayça Bingöl'ün oynadığı kadının ağırbaşlı ve duygusal, ilişkilerden fazlasıyla yara alan halleri birbirini öyle güzel dengelemiş ki, oyunun bütünlüğünü gerçekçi bir biçimde desteklemiş.

Oyunun zaman ve mekan uyumu, duyu ve tavır bütünlüğü abartıya kaçmadan, ölçülü ve gerçekçi bir biçimde aktarılmış. Oyuncular hem bireysel, hem ekip olarak çok başarılılar. Ama Canan Ergüder benim için hep bir adım öndedir. Diğer kadını sahneye koyarken hem gerçek hem hayal olma arasındaki dengeyi çok iyi tutturmuş, sempatik tavrı, gülüşleri ve göz dolduraran başarılı ve ayrıntılı oyunculuğuyla oyunun enerjisini de yükseltiyor. Her rolü avcunun içine alıyor. Oyunculuğuna hem televizyonda, hem tiyatro sahnesinde hayran bırakıyor. O hep oynasın, ben hep izleyeyim!

Diğer kadını oynayan, tiyatroda ilk defa izlediğim Ayça Bingöl; seyirciyi baskı altına almadan, aynı anda birkaç duyguyu öyle güzel yansıtıyor ki duygu geçişlerine kapılıp gidiyorsunuz..

Tiyatroya yıllarını vermiş usta oyuncu Haluk Bilginer'i sahnede izleyebilmek bile muhteşem bir deneyim. Oyunculuğunun sanki sizi içine çeken, kavrayan başka bir tılsımı var. Mesela oyunda ilk balık tutusunu anlattığı sahnede resmen gözümün önünde yedi yaşında heyecanlı bir çocuk oluverdi. Haluk Bilginer sinemada, televizyonda, tiyatroda oynar; hepsinde de en iyisini oynar ama o gün bir kez daha anladım ki tiyatrodaki Haluk Bilginer hepsinden daha kıymetlidir, sıcacıktır.. Onu mutfakta salata yaparken ve balık pişirirken izlemek için bile gidilir. Oyundan sonra balık yemeye gitmeniz muhtemeldir. :)

Oyun tek perde ve 70 dakika. Tam kıvamında. Ağızda hoş bir tat bırakıyor. İki perde olsaymış, aynı olaylar içinde boğulabilirmiş sanki. Konunun yüzeysel olması seyirciye soru işaretleri bıraksa da, seyirciyi düşünmeye sevk etmesi benim oyunun sevdiğim özelliklerinden oldu. Bu, metnin hem güçlü hem de zayıf yönü olabilir. Butterworth, balığı metafor olarak kullanarak aynı zamanda sahnedeki karakterlerin sahte hayatlarına ışık tutmuş.

"Hatırlamaya çalışacaksın nasıl hissettiğini. 
O ana gitmeye çalışacaksın. 
Tekrar yaşamak için. 
Ama gidemeyeceksin. 
Gidemezsin çünkü.."

Oyun boyunca adamın yüzleşmekten kaçtığı tüm gerçekleri ve geçmişini, oyunun sonunda tokat gibi yüzüne çarpan sudaki yansıma oluyor. Çünkü;


"Aynalar yokken kendimizi görebilmenin tek yolu sudaki yansımamızdır."
Geçmişiyle yaşamayı tercih edenlerin geleceği olamayacağını göstererek oyun sona eriyor ve böylece oyunun başında açılan parantez kapatılmış oluyor.
"Bu su başka neler yansıttı acaba,
Başka yüzler, başka kadınlar..
Aynı su.
Bin yıl önce belki de nehrin suyuydu, üstüne düşen yağmuru yansıtan..
Belki de yağmurdu,
Kendi yansıması üstüne düşen ama kendine dokunduğu anda nehir olan..
Peki bu su seni gördü mü daha önce, çocukken
Seyretti mi seni bu su sen nehirde balık tutarken,
İlk balığınla savaşırken..
Yoksa balık elinden kayıp gittiğinde akıttığın gözyaşları mıydı bu su?"




Oyun Atölyesi'nde hâlâ sahnelenen bu oyunu izlemek için henüz geç kalmış sayılmazsınız. Ama

biletler için elinizi çabuk tutmalısınız çünkü Oyun Atölyesi'nin her oyunu gibi Nehir oyununun da

biletleri erkenden bitiyor.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder